Ali KÖSE*
*Prof. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Din ile modern psikolojinin ilişkisi 1880'li yıllara dayanır. Bu yıllarda Aydınlanma Felsefesinin din üzerinde bıraktığı olumsuz etki, bazı antropologların dinin ilkel devirlerde ortaya çıkışına dair dine darbe vuran teorileri, insanı materyalist ve determinist açıdan ele alan, onun ruhsal yönünü ihmal eden felsefî anlayışların etkisi, dini dört bir yandan kuşatma altına almıştı. Bu kuşatılmışlık psikolojisi içinde Batı'da din tarafında yer alanlardan bir kısmı, insanın ruhsal yönünü incelemesi gerektiğini düşündükleri psikolojiyi kullanmanın bir çıkış yolu olabileceğini, dini tecrübeyi açıklamada psikolojiden yararlanabileceklerini düşündüler. Çünkü onlara göre psikoloji ruh bilimi demekti. Bunlardan meselâ din psikolojisinin kurucusu sayılan William James, The Varieties of Religious Experience (1902) isimli eserinde dinin tecrübî yönünü psikolojiyle temellendirmeye çalıştı; C. Miller psikanalitik bulguların dine yardım maksadıyla kullanılabileceğini ve psikanalizin determinist yönünün din ile aşılabileceğini düşündü; W. B. Selbie ise, dinin bir güdü (instinct) değil, bir duygu (sentiment) olduğunu, dolayısıyla bilinçdışıyla açıklanamayacağını savundu.